Sultan Mahmut kıyafet değiştirip, beraberinde sadrazamı ile halkı teftişe çıkmış. Dolaşırken bir kahvehaneye girip oturmuşlar. Bakmışlar müşteriler kahvehaneciye seslenip duruyor: "Tıkandı Baba, çay getir"; "Tıkandı Baba kahve getir". Tıkandı Baba lakabı Sultan Mahmut'a ilginç gelmiş. Merak edip kahvehaneciyi çağırmış. Kahvehaneci gelince:
- Baba sana neden "Tıkandı Baba" derler?
Hele otur da anlat, demiş.
Tıkandı Baba başlamış anlatmaya:
28 Ocak 2015 Çarşamba
27 Ocak 2015 Salı
Nalinci Baba ve Sultan 4. Murat (padisahin isi ne)
Nalinci baba turbesi istanbul |
- Hayrola sultanım canınızı sıkan bir şey mi var?
- Akşam garip bir rüya gördüm.
- Hayırdır inşallah.
- Hayır mı şer mi öğreneceğiz. Hazırlan dışarı çıkıyoruz.
23 Ocak 2015 Cuma
Turgut Özal ın Has emri.
Yavuz Sultan Selim Han tarafından 1517 senesinde Abbasilerden alınan Halifelik (İslam sancağı) ve Kutsal emanetler Osmanlı Devletine geçmişti. Padişah Kutsal emanetleri getirirken bu değerlere gözü gibi bakacağına ve onları koruyacağına söz vermişti. Öyle ki Getirilen emanetler Sarayın en gözde köşesine yerleştirildi. Bu emanetlerin korunması için çok çaba sarf edildi. Kutsal emanetler bölümüne giren kişilerin kıyafetlerinin temiz olmasına, toz ve yabancı maddelerin girmemesine dikkat edilirdi. Yavuz Sultan Selim Han Kutsal emanetler için şu görüşteydi; her bir Kutsal emaneti meleklerin koruduğu düşüncesinde idi. Kendisi bir gelenek başlattı. Daha sonra ise 40 hafız ın 24 saat aralıksız Kuran-ı Kerim okumasını ve bunun ebediyen sürdürülmesini emretti. Yavuz un bu emri 1924 yılına kadar sürdü. Saltanatın kaldırılmasıyla Topkapı sarayının Has oda denilen bölümünde aralıksız okunan Kuran-ı Kerim sesi de sustu. Bu sessizliği.1991 yılında Turgut Özal bozdu. Turgut Özal ın emri ile Bu adet tekrar yerine getirildi. Topkapı Sarayı Kutsal emanetler bölümünde Kur'an okunmaya başladı. Has Oda'da. Şu an hâlen ziyâretçiler, Kur'an mûsukîsi dinleyerek ziyâretlerini yapıyorlar..
22 Ocak 2015 Perşembe
Osmanlı Devlitinin Özeti "Topkapı Sarayı"
Fatih Sultan Mehmed’in 1453 yılında İstanbul’u fethetmesinden sonra 1460 yıllarında yapımına başlanan ve 1478 yılında tamamlanan Saray; 700.000 metrekarelik bir alan üzerine kurulmuştur. Fatih Sultan Mehmed’den itibaren otuzbirinci padişah Sultan Abdülmecid’e kadar yaklaşık dört yüz yıl süreyle imparatorluğun idare, eğitim ve sanat merkezi olarak kullanılmıştır. 19.yüzyılın ortalarında hanedanın Dolmabahçe Sarayı’na taşınması ile terkedilmiş olmasına rağmen önemini her zaman korumuştur.
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan sonra, 3 Nisan 1924 yılında müze haline getirilen ve Cumhuriyet’in ilk müzesi olan Topkapı Sarayı Müzesi, günümüzde yaklaşık 400.000 metrekarelik bir alan kaplamaktadır. Kara tarafından Fatih’in yaptırdığı Sur-i Sultani, deniz tarafından ise Doğu Roma surları ile şehirden ayrılan Topkapı Sarayı, mimari yapıları, koleksiyonları ve yaklaşık 300.000 arşiv belgesi ile dünyanın en büyük saray-müzelerinden biridir.
21 Ocak 2015 Çarşamba
Mimar Sinan ın sorumluluk duygusu
Şehzadebaşı camii İstanbul |
Mimar Sinan ın eseri olan Şehzadebaşı Cami´nde sene 1990 larda retorasyon çalışması sırasında görevli inşaat mühendisi yaşadığı olayı şöyle anlatıyor.
Cami bahçesini çevreleyen havale duvarında bulunan kapıların üzerindeki kemerleri oluşturan taşlarda yer yer çürümeler vardı. Restorasyon programında bu kemerlerin yenilenmesi de yer alıyordu. Biz inşaat fakültesinde teorik olarak kemerlerin nasıl inşa edildiğini öğrenmiştik fakat taş kemer inşası ile ilgili pratiğimiz yoktu. Kemerleri nasıl restore edeceğimiz konusunda ustalarla toplantı yaptık. Sonuç olarak kemeri alttan yalayan bir tahta kalıp çakacaktık. Daha sonra kemeri yavaş yavaş söküp yapım teknikleri ile ilgili notlar alacaktık ve yeniden yaparken bu notlardan faydalanacaktık. Kalıbı yaptık. Sökmeye kemerin kilit taşından başladık. Taşı yerinden çıkardığımızda hayretle iki taşın birleşme noktasında olan silindirik bir boşluğa yerleştirilmiş bir cam şişeye rastladık.
Cami bahçesini çevreleyen havale duvarında bulunan kapıların üzerindeki kemerleri oluşturan taşlarda yer yer çürümeler vardı. Restorasyon programında bu kemerlerin yenilenmesi de yer alıyordu. Biz inşaat fakültesinde teorik olarak kemerlerin nasıl inşa edildiğini öğrenmiştik fakat taş kemer inşası ile ilgili pratiğimiz yoktu. Kemerleri nasıl restore edeceğimiz konusunda ustalarla toplantı yaptık. Sonuç olarak kemeri alttan yalayan bir tahta kalıp çakacaktık. Daha sonra kemeri yavaş yavaş söküp yapım teknikleri ile ilgili notlar alacaktık ve yeniden yaparken bu notlardan faydalanacaktık. Kalıbı yaptık. Sökmeye kemerin kilit taşından başladık. Taşı yerinden çıkardığımızda hayretle iki taşın birleşme noktasında olan silindirik bir boşluğa yerleştirilmiş bir cam şişeye rastladık.
Şişenin içinde dürülmüş beyaz bir kâğıt vardı. Şişeyi açıp kâğıda baktık. Osmanlıca bir şeyler yazıyordu. Hemen bir uzman bulup okuttuk. Bu bir mektup idi ve Mimar Sinan tarafından yazılmıştı. Şunları söylüyordu:
“Bu kemeri oluşturan taşların ömrü yaklaşık 400 senedir. Bu müddet zarfında bu taşlar çürümüş olacağından siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Büyük bir ihtimalle yapı teknikleri de değişeceğinden bu kemeri nasıl yeniden inşa edeceğinizi bilemeyeceksiniz. İşte bu mektubu ben size, bu kemeri nasıl inşa edeceğinizi anlatmak için yazıyorum.”
“Bu kemeri oluşturan taşların ömrü yaklaşık 400 senedir. Bu müddet zarfında bu taşlar çürümüş olacağından siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Büyük bir ihtimalle yapı teknikleri de değişeceğinden bu kemeri nasıl yeniden inşa edeceğinizi bilemeyeceksiniz. İşte bu mektubu ben size, bu kemeri nasıl inşa edeceğinizi anlatmak için yazıyorum.”
Koca Sinan mektubunda böyle başladıktan sonra o kemeri inşa ettikleri taşları Anadolu´nun neresinden getirttiklerini söyleyerek izahlarına devam ediyor ve ayrıntılı bir biçimde kemerin inşasını anlatıyordu.
Bu mektup bir inşanın, yaptığı işin kalıcı olması için gösterebileceği çabanın insanüstü bir örneğidir. Bu mektubun ihtişamı, modern çağın insanlarının bile zorlanacağı taşın ömrünü bilmesi, yapı tekniğinin değişeceğini bilmesi, 400 sene dayanacak kâğıt ve mürekkep kullanması gibi yüksek bilgi seviyesinden gelmektedir. Şüphesiz bu yüksek bilgiler de o koca mimarin erişilmez özelliklerindendir. Ancak erişilmesi gerçekten zor olan bu bilgilerden çok daha muhteşem olan 400 sene sonraya çözüm üreten sorumluluk duygusudur.
Yapıtlarıyla birlikte, kişiliğine de hayran kalmamak elde değil. Umarım birçoğumuza örnek olur.
Bu mektup bir inşanın, yaptığı işin kalıcı olması için gösterebileceği çabanın insanüstü bir örneğidir. Bu mektubun ihtişamı, modern çağın insanlarının bile zorlanacağı taşın ömrünü bilmesi, yapı tekniğinin değişeceğini bilmesi, 400 sene dayanacak kâğıt ve mürekkep kullanması gibi yüksek bilgi seviyesinden gelmektedir. Şüphesiz bu yüksek bilgiler de o koca mimarin erişilmez özelliklerindendir. Ancak erişilmesi gerçekten zor olan bu bilgilerden çok daha muhteşem olan 400 sene sonraya çözüm üreten sorumluluk duygusudur.
Yapıtlarıyla birlikte, kişiliğine de hayran kalmamak elde değil. Umarım birçoğumuza örnek olur.
19 Ocak 2015 Pazartesi
700 yıl önce keşif edilen bilim."Deve kuşu yumurtası"
Devekuşu yumurtası |
Deve kuşu yumurtası Süleymaniye |
Avizelere asılmış deve kuşu yumurtaları |
Süleymaniye cami avize lerde deve kuşu yumurtaları |
17 Ocak 2015 Cumartesi
Film degil gercek, Galiçya cephesi Kayserili Ali Onbaşı
I.Dünya savaşında, Osmanlı Ordusunun Ruslarla savaştığı cephelerden biri olan Galiçyada, Meşhur 15 Eylül 1916 taarruzuna hazırlık yapmakta olan sahra bataryalarımızdan biri Ulu Dağın tepesine bir gözcü göndermek mecburiyetinde...
Gözcü, bu tepenin arkasında mevzilenmiş olan Rus askerinin durumunu, siperinden hücuma geçtiği takdirde uzanıp giden sırtın üzerindeki irili ufaklı tepelerin hangisinin arasından geçebileceğini, dalları arasında saklı bulunduğu bir çam ağacının tepesinden telefonla bildirecek. Tabii, kaderde tepenin arkasında mevzilenmiş ve her an dağın tepesinde bir Osmanlı hücumu için dikkat kesilmiş olan Rus askerinin kurşun yağmuruna hedef olmak da var. Batarya kumandanı sordu:
-Bu fedakarlığı, gönüllü olarak gösterecek?
-Ben hazırım kumandanım!..
Herkesten önce ortaya atılan Kayserili Ali Onbaşı, elindeki telefonu ve bir kucak kablosu ile, kumandanı ve arkadaşlarına veda ederek, öbür tarafı meçhul olan tepeye doğru tırmandı. Her tarafı görebilecek bir yere kadar tırmandıktan sonra, tepeye hakim bir çam ağacının file kadar sık dalları arasına yerleşerek telefonunu kurup, aşağıdaki bataryası ile irtibatını sağladı.
Ne var ki, Ali Onbaşı geç kalmıştı. Onun, dalları arasında saklandığı çamın üç yüz metre yakınına kadar tırmanmış olan Rus bölüğü, birkaç dakika sonra bulunduğu yeri tutacak ve Ali Onbaşıyı, hiç olmazsa telefonunu kablosunu görerek kıskıvrak yakalayacaklardı... Bu durumu olduğu gibi kumandanına bildiren Ali Onbaşı, Rus birliğinin yaklaştığını fakat yerini asla bırakmayacağını telefonun ahizesine fısıldadı ve ilave etti:
-Kumadanım, şimdi vereceğim mesafeye bataryanın namlusunu çevirin ve bütün kuvvetinizle yüklenin. Bana gelince, şu anda hayatımın en mesut dakikalarını yaşadığıma inanıyorum. Çünkü bu çam ağacının dalları arasında ben, iki büyük şerefte birine namzedim; ya şehid, yahut gazi olmak!..
Dağın eteklerine kadar uzanan tarlaların içindeki dikenlerin arasında saklı duran 4 bataryaya kumanda eden Yüzbaşı, ona, gayet sakin konuşmasını, hatta mümkünse sıyrılıp aşağı inerek kendisini kurtarması için daha emin bir yere gizlenmesini bildirdiyse de Ali Onbaşı:
-Merak etme kumandanım, bu tehlike benim için asla mühim değil, dedi ve şunları ilave etti:
-Peygamber Efendimiz şehidliği o kadar yüksek bir makam olarak ilan etmiş ki, bizzat kendileri bile vefat ettikten sonra yeniden dirilerek tekrar şehid olmayı arzu ettikleri ni beyan buyurmuşlardır.
Ali Onbaşının, Yüzbaşının gözlerini yaşartan bu cümleleri burada kesildi. Ne kadar uğraşıldıysa da, tek kelime ses alınamadı. Bir müddet hayat işareti bile görülemedi. Neden sonra Batarya kumandanının telefonu arı vızıltısına benzeyen işaretini verdi:
-Alo! Kumandanım siz misiniz?
-Benim Ali Onbaşı, ne oldu öyle birden susuverdin?
-Kumandanım, ben sizinle konuşurken, dalları arsına saklandığım çamın dibine Rus askeri geldi.
-Sonra?
-Burada birer sigara sardılar. Ne konuştuklarını anlayamadım, fakat sizin durumunuzu çalıların arasından iyice tetkik ettikleri muhakkak. Ben de Alay Müftüsü dedemin yaptığı gibi Fetih suresini okumaya başladım. Tam sure biterken onlar da kalkıp, 200 metre sağımda mevzilenmiş olan Rus birliğine doğru gittiler. Zannederim, en çok yarım saat içinde taarruza geçecekler...İşte kumandanım! Rus bölüğü mevzilerinden çıktı bile, kapalı ormanda ilerliyor. Şimdi mesafe veriyorum, dikkat edin..
Ali Onbaşı, müthiş bir soğukkanlılık içinde, batarya toplarına mesafe tahminini bildirdikten sonra, ortalığın sessizliğini Türk bataryalarından bir topun gürültüsü ansızın yırtıverdi. İlk mermi, orman içinde sessizce ilerleyen Rus bölüğünün önüne düşmüştü. Rus kumandanı bunu bir tesadüf sandı. Çünkü, bir Müslümanın, hayatı pahası na da olsa, hemen yanlarındaki bir ağaçta bulunabileceğini aklına bile getirmemişti. Ali Onbaşı tekrar mesafe verdi:
-Kumandanım elli metre daha uzatın! İkinci gümbürtünün dağlara doğru yayılan aksi sadası henüz bitmemişti ki, Ali Onbaşının sesi tekrar duyuldu:
-Kumandanım tam isabet, bütün batarya aynı hedefe!..O gün ikindiden sonra başlayan 15 Eylül taarruzu, ortalığı karanlık kaplayıncaya kadar devam etti. Ne var ki bir ara:
-Kumandanım, benim çamı kollayın! Dediği duyulan Ali Onbaşıdan ses seda kesildi. En tehlikeli anlarda bile namazını bırakmayan, Alay Müftüsünün torunu Ali Onbaşının akıbetinden endişe eden kumandanı, onun için sabaha kadar gözyaşı döktü. Henüz şafak sökerken, bataryası ile birlikte allak bullak ettiği dağın eteklerine doğru tırmanarak onu aramaya başladı. Fakat az ileride onu görünce büyük bir sevince kapıldı. Kumandanı, Ali Onbaşıyı ne vaziyette buldu dersiniz?
Bir şarapnel parçası darbesiyle elinden fırlayan telefon kutusunu kaybedince, sabaha kadar çam ağacının dalları arasında sabırla bekleyen Ali Onbaşı, gözünün önü aydınlanır aydınlanmaz, güllenin açtığı çukurların birinden fışkıran sulardan abdest alarak namaza durmuştu. O, bizim hissedemeyeceğimiz derin bir manevi haz ve huşû içinde sabah namazını eda ediyordu.
Gözcü, bu tepenin arkasında mevzilenmiş olan Rus askerinin durumunu, siperinden hücuma geçtiği takdirde uzanıp giden sırtın üzerindeki irili ufaklı tepelerin hangisinin arasından geçebileceğini, dalları arasında saklı bulunduğu bir çam ağacının tepesinden telefonla bildirecek. Tabii, kaderde tepenin arkasında mevzilenmiş ve her an dağın tepesinde bir Osmanlı hücumu için dikkat kesilmiş olan Rus askerinin kurşun yağmuruna hedef olmak da var. Batarya kumandanı sordu:
-Bu fedakarlığı, gönüllü olarak gösterecek?
-Ben hazırım kumandanım!..
Herkesten önce ortaya atılan Kayserili Ali Onbaşı, elindeki telefonu ve bir kucak kablosu ile, kumandanı ve arkadaşlarına veda ederek, öbür tarafı meçhul olan tepeye doğru tırmandı. Her tarafı görebilecek bir yere kadar tırmandıktan sonra, tepeye hakim bir çam ağacının file kadar sık dalları arasına yerleşerek telefonunu kurup, aşağıdaki bataryası ile irtibatını sağladı.
Ne var ki, Ali Onbaşı geç kalmıştı. Onun, dalları arasında saklandığı çamın üç yüz metre yakınına kadar tırmanmış olan Rus bölüğü, birkaç dakika sonra bulunduğu yeri tutacak ve Ali Onbaşıyı, hiç olmazsa telefonunu kablosunu görerek kıskıvrak yakalayacaklardı... Bu durumu olduğu gibi kumandanına bildiren Ali Onbaşı, Rus birliğinin yaklaştığını fakat yerini asla bırakmayacağını telefonun ahizesine fısıldadı ve ilave etti:
-Kumadanım, şimdi vereceğim mesafeye bataryanın namlusunu çevirin ve bütün kuvvetinizle yüklenin. Bana gelince, şu anda hayatımın en mesut dakikalarını yaşadığıma inanıyorum. Çünkü bu çam ağacının dalları arasında ben, iki büyük şerefte birine namzedim; ya şehid, yahut gazi olmak!..
Dağın eteklerine kadar uzanan tarlaların içindeki dikenlerin arasında saklı duran 4 bataryaya kumanda eden Yüzbaşı, ona, gayet sakin konuşmasını, hatta mümkünse sıyrılıp aşağı inerek kendisini kurtarması için daha emin bir yere gizlenmesini bildirdiyse de Ali Onbaşı:
-Merak etme kumandanım, bu tehlike benim için asla mühim değil, dedi ve şunları ilave etti:
-Peygamber Efendimiz şehidliği o kadar yüksek bir makam olarak ilan etmiş ki, bizzat kendileri bile vefat ettikten sonra yeniden dirilerek tekrar şehid olmayı arzu ettikleri ni beyan buyurmuşlardır.
Ali Onbaşının, Yüzbaşının gözlerini yaşartan bu cümleleri burada kesildi. Ne kadar uğraşıldıysa da, tek kelime ses alınamadı. Bir müddet hayat işareti bile görülemedi. Neden sonra Batarya kumandanının telefonu arı vızıltısına benzeyen işaretini verdi:
-Alo! Kumandanım siz misiniz?
-Benim Ali Onbaşı, ne oldu öyle birden susuverdin?
-Kumandanım, ben sizinle konuşurken, dalları arsına saklandığım çamın dibine Rus askeri geldi.
-Sonra?
-Burada birer sigara sardılar. Ne konuştuklarını anlayamadım, fakat sizin durumunuzu çalıların arasından iyice tetkik ettikleri muhakkak. Ben de Alay Müftüsü dedemin yaptığı gibi Fetih suresini okumaya başladım. Tam sure biterken onlar da kalkıp, 200 metre sağımda mevzilenmiş olan Rus birliğine doğru gittiler. Zannederim, en çok yarım saat içinde taarruza geçecekler...İşte kumandanım! Rus bölüğü mevzilerinden çıktı bile, kapalı ormanda ilerliyor. Şimdi mesafe veriyorum, dikkat edin..
Ali Onbaşı, müthiş bir soğukkanlılık içinde, batarya toplarına mesafe tahminini bildirdikten sonra, ortalığın sessizliğini Türk bataryalarından bir topun gürültüsü ansızın yırtıverdi. İlk mermi, orman içinde sessizce ilerleyen Rus bölüğünün önüne düşmüştü. Rus kumandanı bunu bir tesadüf sandı. Çünkü, bir Müslümanın, hayatı pahası na da olsa, hemen yanlarındaki bir ağaçta bulunabileceğini aklına bile getirmemişti. Ali Onbaşı tekrar mesafe verdi:
-Kumandanım elli metre daha uzatın! İkinci gümbürtünün dağlara doğru yayılan aksi sadası henüz bitmemişti ki, Ali Onbaşının sesi tekrar duyuldu:
-Kumandanım tam isabet, bütün batarya aynı hedefe!..O gün ikindiden sonra başlayan 15 Eylül taarruzu, ortalığı karanlık kaplayıncaya kadar devam etti. Ne var ki bir ara:
-Kumandanım, benim çamı kollayın! Dediği duyulan Ali Onbaşıdan ses seda kesildi. En tehlikeli anlarda bile namazını bırakmayan, Alay Müftüsünün torunu Ali Onbaşının akıbetinden endişe eden kumandanı, onun için sabaha kadar gözyaşı döktü. Henüz şafak sökerken, bataryası ile birlikte allak bullak ettiği dağın eteklerine doğru tırmanarak onu aramaya başladı. Fakat az ileride onu görünce büyük bir sevince kapıldı. Kumandanı, Ali Onbaşıyı ne vaziyette buldu dersiniz?
Bir şarapnel parçası darbesiyle elinden fırlayan telefon kutusunu kaybedince, sabaha kadar çam ağacının dalları arasında sabırla bekleyen Ali Onbaşı, gözünün önü aydınlanır aydınlanmaz, güllenin açtığı çukurların birinden fışkıran sulardan abdest alarak namaza durmuştu. O, bizim hissedemeyeceğimiz derin bir manevi haz ve huşû içinde sabah namazını eda ediyordu.
Yine bir Yahudi Oyunu. Bu büyük İslam Kumandanı kim?
Kim bu Peygamber aşığı güzel komutan adını duyunca çok üzüleceksiniz...
Hulefâ-yî Râşid-în devrinin ünlü kumandanlarındandır.
Bazı hadisçiler sahâbî olduğu görüşündedir. Hz. Ebû Bekir döneminde irtidad eden Alkame üzerine müfreze kumandanı olarak gönderildi ve görevini başarıyla tamamladı. Aynı yıl Hâlid b. Velîd'in peygamberlik iddiasında bulunan Tuleyha ile yaptığı Büzâha savaşına katıldı. Ulleys'in ve Übulle'nin fethine Hâlid b. Velid'le beraber iştirak etti. Hîre'nin fethinde de bulundu. Hâlid b. Velid'in emriyle bîr süre Hîre'de kaldı. Daha sonra çeşitli fetihlerde görevlendirildi. Ebû Ubeyde onu Hz. Ömer'in emri üzerine öncü kuvvetlerin kumandanı sıfatıyla Irak'a gönderdi. Kâdisiye öncesi İran fetihlerinde de önemli rol oynadı. Ağvâs'ta cereyan eden savaşta öncü kuvvetlerin başında bulundu, burada gösterdiği gayretler sonucunda savas kazanıldı.Hâlid'in emriyle Suri-ye'deki fetihlere de katıldi, Yermük Savaşı'nda bir süvari birliğinin başında görev yaptı.
Asıl şöhretini Kâdisiye Savaşı'nda elde etti; bu savaşın kazanılmasında onun büyük payının olduğu rivayet edilir. Medâin'in fethinde Kisrâ lIl. Yezdicerd'e ait zırh, kılıç, miğfer gibi teçhizatı ele geçirdi, daha sonra Hz. Ömer'in emriyle Celûlâ Savaşına öncü kuvvetin kumandanı olarak katıldı. Savaşın ardından Hulvân'a giderek bir garnizon tesis etti. Aynı yıl Sa'd b. Ebû Vakkâs kuvvetlerine katılıp onun emrinde çalıştı. Ertesi yıl Humus'a gönderildi ve bu sırada gerçekleştirilen el-Cezîre fetihlerine iştirak etti. Nihâvend'in ve Hemedan'ın fethinde görev aldı. Bir müddet sonra Kûfe'ye yerleşti. Hz. Osman dönemindeki iç karışıklıklarda halifeyi destekledi. Muhalifler Medine'yi kuşatınca Hz. Osman'ın talebi üzerine yardıma gelenler arasında O" da bulunuyordu. Cemel ve Siffîn savaşlarında Hz. Ali'nin saflarında çarpıştı.
Cesaretiyle tanınmış bir komutandı. Hz. Ebû Bekir de onun cesaretinden ve yararlı işlerinden övgüyle söz ederdi. Aynı zamanda şairdi. Şiirleri daha çok savaşlarla ilgilidir. Şiirleri Âsim b. Amr'ın şiirleriyle birlikte Nûrî Hammûdî el-Kaysî ve Hatim Salih ed-Dâmin tarafından yayımlanmıştır.(Mecelletü Külliyyeti'l-âdâb Câmi'atü Bağdâd, sy. 31 (Bağdad 1981) s. 205-251)
Evet bu buyuk komutan in adi Ka'ka (r.a) dir. Yahudilerin çok korktuğu ve çocuklarina kim oldugunu, pis kokan diskilarini gostererek iste budur dediler. Yahudilerin bir oyunuyla adı dışkı adı olarak kaldı. Rabbim bilincsiz işlenen günahlarımızı affetsin.AMİN.
Hulefâ-yî Râşid-în devrinin ünlü kumandanlarındandır.
Bazı hadisçiler sahâbî olduğu görüşündedir. Hz. Ebû Bekir döneminde irtidad eden Alkame üzerine müfreze kumandanı olarak gönderildi ve görevini başarıyla tamamladı. Aynı yıl Hâlid b. Velîd'in peygamberlik iddiasında bulunan Tuleyha ile yaptığı Büzâha savaşına katıldı. Ulleys'in ve Übulle'nin fethine Hâlid b. Velid'le beraber iştirak etti. Hîre'nin fethinde de bulundu. Hâlid b. Velid'in emriyle bîr süre Hîre'de kaldı. Daha sonra çeşitli fetihlerde görevlendirildi. Ebû Ubeyde onu Hz. Ömer'in emri üzerine öncü kuvvetlerin kumandanı sıfatıyla Irak'a gönderdi. Kâdisiye öncesi İran fetihlerinde de önemli rol oynadı. Ağvâs'ta cereyan eden savaşta öncü kuvvetlerin başında bulundu, burada gösterdiği gayretler sonucunda savas kazanıldı.Hâlid'in emriyle Suri-ye'deki fetihlere de katıldi, Yermük Savaşı'nda bir süvari birliğinin başında görev yaptı.
Asıl şöhretini Kâdisiye Savaşı'nda elde etti; bu savaşın kazanılmasında onun büyük payının olduğu rivayet edilir. Medâin'in fethinde Kisrâ lIl. Yezdicerd'e ait zırh, kılıç, miğfer gibi teçhizatı ele geçirdi, daha sonra Hz. Ömer'in emriyle Celûlâ Savaşına öncü kuvvetin kumandanı olarak katıldı. Savaşın ardından Hulvân'a giderek bir garnizon tesis etti. Aynı yıl Sa'd b. Ebû Vakkâs kuvvetlerine katılıp onun emrinde çalıştı. Ertesi yıl Humus'a gönderildi ve bu sırada gerçekleştirilen el-Cezîre fetihlerine iştirak etti. Nihâvend'in ve Hemedan'ın fethinde görev aldı. Bir müddet sonra Kûfe'ye yerleşti. Hz. Osman dönemindeki iç karışıklıklarda halifeyi destekledi. Muhalifler Medine'yi kuşatınca Hz. Osman'ın talebi üzerine yardıma gelenler arasında O" da bulunuyordu. Cemel ve Siffîn savaşlarında Hz. Ali'nin saflarında çarpıştı.
Cesaretiyle tanınmış bir komutandı. Hz. Ebû Bekir de onun cesaretinden ve yararlı işlerinden övgüyle söz ederdi. Aynı zamanda şairdi. Şiirleri daha çok savaşlarla ilgilidir. Şiirleri Âsim b. Amr'ın şiirleriyle birlikte Nûrî Hammûdî el-Kaysî ve Hatim Salih ed-Dâmin tarafından yayımlanmıştır.(Mecelletü Külliyyeti'l-âdâb Câmi'atü Bağdâd, sy. 31 (Bağdad 1981) s. 205-251)
Evet bu buyuk komutan in adi Ka'ka (r.a) dir. Yahudilerin çok korktuğu ve çocuklarina kim oldugunu, pis kokan diskilarini gostererek iste budur dediler. Yahudilerin bir oyunuyla adı dışkı adı olarak kaldı. Rabbim bilincsiz işlenen günahlarımızı affetsin.AMİN.
16 Ocak 2015 Cuma
Endülüs lü Muyyiddin İbn Arabi ve Öğrencileri
Endülüs lü Muhyiddin İbn Arabi
1164 yılında Endülüs te doğdu.8 yaşına kadar çok iyi dini bilgilere sahip olduğu bilinmektedir, aynı zamanda bilimle uğraştı. Kitaplar yazdı. Yazdığı kitaplardaki edindiği bilğilerin manevi yoldan kazandığını vurguladı ve bunun kendisine verilmiş bir lutüf olduğunu söyledi. İlim yayma yolunda bir çok şehirlere gidip ilim yaydı. İlim kitaplarından Hristiyanlarında faydalandığı bilinmektedir. Şu an Pakistan da hala geçerli olan Manevi ve Birlik inançı olarak bilinen " Ekberi " cemaatinin kurucusudur. Osmanlı devleti kuruluş döneminde Bağdat ve Şam da bulunmuştur. Yazdığı kitaplardan bir çok kişi faydalanmıştır. Kitaplarından faydalanan bazı ünlü hocalar şunlardır. Şeyh Bedrettin, Molla Fenari, Akşemseddin, İdris Bitlisi, Aziz Mahmut Hüdayi, Safranbolulu Mehmet Emin Halveti
Diriliş Ertuğrul dizisinde Muhyiddin İbn Arabi |
Muhyiddin İbn Arabi 1239 da Şam da hayatını kaybetti.
Ekberi Cemaati kurucusu Muhyiddin İbn Arabi |
14 Ocak 2015 Çarşamba
Avrupada Son Kale Endülüs...(Ünlü İspanyol Dansı Flamenko)
ENDÜLÜS; 711 - 1492 yılları arasında İber yarımadasında bulunan, bir dönem Peygamber efendimiz (s.a.v) in sancağını taşımış bir Müslüman Emevi Devleti dir. Burası şimdiki zamanda Avrupa nın güçlü ülkelerinden biri olan İspanya dır. Aslı arap topraklarında bulunan Emevi Devleti , İslamiyetin ilk yüzyıllarında yaşamış bu Müslüman toplum, Halifesi olan Velid Bin Abdulmelik önderliğinde kısa sürede çok güçlendi. Güçlü komutanı olan Tarık Bin Ziyad ı İslamiyeti yayması için İber yarımadasına (İspanya) gönderdi. Güçlü komutan tarihte adı sık geçen Vizigotlar dan burayı aldı ve İslamiyeti tam anlamıyla bu kıtaya yaydı. (Yorum;"Bu Devlet burada varlığını sürdüre bilseydi. Avrupa belkide Müslümandı.") Peki yıkılışı orası daha vahim; devam edelim. Güçlü komutan Tarık Bin Ziyad halifesine bu güzel haberi bildirdi. 711 yılından 750 yılına kadar buranın yönetimini Halifenin yetkilendirdiği Vali ler yönetti. 750 yılında Abbasilerin güçlenip Emevi Devletini yenilgiye uğratıp Arap topraklarından göndermesi üzerine Tarık Bin Ziyad ın İber yarımadasında aldığı yere göç etti ve Emevi Devleti artık Endülüs Emevi Devleti olarak varlığını sürdürmeye başladı. Abbasileri tanımayan Endülüs Emevi Devleti burada kendi halifeleğini tekrar ilan etti. Böylece malesef herkese nasip olmayacak o kutsal makam ikiye bölünmüş olacak hatta ilerleyen zamanlarda Mısırda hüküm süren FATIMİ lerde (İsimlerini Peygamber Efendimizin Kızı Fatıma Zehra dan alırlar) Halifeliğini açıklayacaktı. Bu parçalanmaların Müslüman toplumuna çok büyük zararı olacaktı. Endülüs te son Halife 3.Haşim in 1031 yılında ölümünden sonra Endülüs Emevi Devleti çok sayıda küçük devletleri bölündü. Bu bölünmenin hem toprak bütünlüğünün tehdidine hemde Müslümanlığa çok büyük etkisi oldu. Endülüs etrafında bulunan Hristiyanlar devletleri gözlerini bu küçük devletlere dikecek ve sayısız savaşlarla burayı ele geçirecekti.
İber Yarımadasında kalan son Müslüman Devleti olan GIRNATA Emirliğinin Bayrağı |
Gelibolu Fatihi
Yıl 1914 1.Dünya savaşı başlamak üzere, Osmanlı Devletinin eski gücü yok. Tarihten beri içimize giren nifak tohumları meyvesini vermekte, Padişahın sözü bile dinlenmez durumda, daha varlığımızı bile koruyabilecek gücümüz yokken bu savaşa girmenin amacı ne? 1453 teki gibi bir fatihin mi çıkacağını sanıyorlar? Bütün ahali biliyor ki böyle bir şeyin olmayacağını, Peki ne; Bir macera mı? Malesef bu duruma en mantıklı cevap bu olur sanırım. Tüm yetkileri eline almış bir Paşa ve yandaşları Ülkeyi maceraya sürüklüyor. Kutuplaşmanın, iki taraflılığın biri seçilmeli, bir tarafta İtilaf bloğu İngiltere, Fransa, ve Rusya diğer tarafta zamanın en güçlü ülkesi olarak bilinen Almanya ve yanında Avusturya-Macaristan. Sadrazam ve Hariciye Nazırı Sait Halim Paşa bu savaşı Almanya nın tek başına alabileceğini, Almanya nın yanında olursak bedavadan kazanılmış bir savaş olacağını, böylelikle kısa süre önce kaybettiği toprakları geri alabileceğini düşünüyordu. Sait Halim Paşa 27 temmuz akşamı geç saatlerde Almanya büyük elçisini çağırtmış, Almanya nın hayranı olduğunu bu kutuplaşmada yan yana olmamız gerektiğini, Alman yönetimine bildirmesini istedi. Bu durumdan sadece sadrazam ( Başbakan) Sait Halim Paşa, Harbiye Nazarı (Genelkurmay) Enver Paşa, Dahiliye Nazarı (İç İşleri Bakanı) Talat Paşa ve Meclis Başkanı Halil Bey haberdardır. Malesef Padişah Mehmet Reşad ın haberi çok sonradan olur. Yalnız bizim istememizle olmuyor tabi, Peki Almanlar neden bizi yanında istedi, onlar kendilerinin o kadarda güçlü olmadıklarını biliyordu, savaşın kötü gitmesi durumunda Osmanlı nın bu zamana kadar kullanmadığı bir gücü kullanmak istiyorlardı. Halifenin Cihad çağrısı yapması, Arap Müslümanların takviye kuvvet yapması. Malesef hayalleri suya düşecekti. Şu meşhur söz öğrenilecekti. "Araplar bizi sattı". 03 Ağustos günü Ege Denizinden iki Alman Gemisi (Goben ve Brestlav) girer Marmara ya. Bu iki Alman gemisine Türk iki isim Yavuz ve Midilli adı verilir ve Rusya kıyılarını bombalaması için gönderilir. Bir gecede bir sürü düşmanımız oluvermiştir. Savaş başlamış Almanya şart olarak sunduğu kendi komutanlarından bir grup rütbeli askeri Anadolu ya göndermiştir. Bahriye nazırı Enver Paşa bu Alman askerlere iyi yetkiler vermiş hatta birisini kendinden sonra gelen adam (1.Ordu Komutanı) ilan etmiştir.
Mareşal Otto Liman von Sanders |
Mareşal Otto Liman Paşa nın Almanyadaki mezarı |
Lütfen yazımızı ve sayfamızı beğendiyseniz, bize katkıda bulunmanız için sayfamızı Beğenip Paylaşmanızı isteriz. Teşekkürler...
(Der Sieğer von Gallipoli) GELİBOLU FATİHİ |
12 Ocak 2015 Pazartesi
Leyla ile Mecnun" un Gerçek Hikayesi (Fuzuli)
Leyla çok küçük yaşta bir kız, daha ilkokul çağında iken Kays adında bir delikanlı Leyla yı görür ve bu kıza aşık olur. Kays bu aşkı daha fazla saklayamaz ve Leyla ya olan aşkını itiraf eder, Leyla ise Kays a aynı duygularla karşılık verir. Bu iki genç birbirlerini çok severler. Bu büyük aşkı daha fazla gizleyemezler ve dilden dile kısa zaman içerisinde ilişkilerini duymayan kalmaz. Leyla nın annesi bu ilişkiye şiddetle karşı çıkar. Onları ayırmak için elinden geleni yapar. Kays, Leyla ile gizli gizli buluşmaya devam eder, bunu da anlayan Leyla nın annesi çareyi Leyla yı başka birisiyle evlendirmekte bulur ve en kısa zamanda Leyla yı başka bir erkekle evlendirir. Kays ın bulunduğu şehirden uzak yaşamaları içinde elinden geleni yapar. Kays ise bu durum karşısında deli divane olur. Uzun süre Leyla dan haber alamaz ama hala ilk günkü sevgisi aşkı yüreğindedir. O aşk ile divane gibi her yerde adını sayıklayarak Leylayı aramaya devam eder. Leyla ise istemeyerek evlendiği eşine durumu anlatır, gönlünün olmadığını söyler, türlü bahanelerle eşinden uzaklaşır. Her gün RABBİNE dua eder. Divane Kays ın adı Arapça da anlamı deli olan (Mecnun) diye anılmaya başlar.Kays ın ailesi de Leyla yı unutması için elinden geleni yapar. Babası unutur, bu dertten kurtulur düşüncesi ile onu Kabe ye götürür. Orada dertlerinin azalması için dua etmesi istenir. Kays aksine sevgisinin daha çoğalması, derdinin artması için dua eder. Babasının yanından kaçar ve Leyla yı bulurum düşüncesi ile şehir şehir dolaşır. Leyla nın eşi bir süre sonra ölür. Mecnun bu olanlardan habersiz göz yaşları içerisinde adını sayıklayarak Leyla sını aramaktadır. Günler, Aylar, Yıllar geçer Mecnun çöllerde aşkın bin bir türlü cefasıyla yoğrulmaktadır. Bu sırada dünya ile bütün bağlantısı kesilir ve sadece ruhuyla yaşar hale gelir.Mecnun manevi yönden gerçek Leyla sını bulmuştur.Leyla nın vücudu da dahil olmak üzere bütün maddi varlıklarla ilişkisi bitmiştir. Bir gün çölde Leyla ağlamaktan gözleri kör olmuş Mecnun u bulur ama Mecnun onu tanımaz "Leyla benim içimdedir" der. Mecnun un gerçek Leylasını bulduğunu anlamıştır. Mecnun un bu halini gören Leyla oracıkta hayatını kaybeder. Mecnun göremediği gözlerle ve çıplak eli ile oraya Leyla nın mezarını kazar. Oraya Leyla yı defneder ve kabrinin yanına uzanır orada uzun uzun yatar. Mecnun un oradan kalkması nasip olmaz ve o da oracıkta hayatını kaybeder.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)