Bir Ramazan bayramı günü Peygamberimiz (s.a.v.) evinden çıkarak camiye gidiyordu. Yolda Bayram neşesi içinde cıvıl cıvıl oynaşan çocuklara rastlar; hepsi bayramlık en yeni elbiselerini giyinmiş, coşkun bir sevinç içinde öteye beriye koşuşuyorlardı. Fakat içlerinde zayıf, cılız bir yavru eski ve yırtık elbiseleri içinde bir köşeye çekilmiş, üzgün bakışlarla kaynaşan arkadaşlarına bakıyor ve zaman zaman gözyaşlarını tutamayarak hüngür hüngür ağlıyordu.
Gülen ve oynaşan arkadaşları arasındaki bu gözü yaşlı yavrunun hali, ince kalpli Peygambere pek dokunur. Hemen yavruya yaklaşarak ona şefkatle sorar; "Niye arkadaşlarınla birlikte gülüp oynamıyor, kenara çekilmiş ağlıyorsun?" Çocuk karşısındaki güler yüzlü, nur saçan adamın iki cihan güneşi Hz. Peygamber (s.a.v.) olduğunu bilmez. Samimi bir alâka ile derdini soran bu sıcakkanlı adama şöyle der: "Babam filân savaşta Peygamber`in yanı başında şehit düştü. Kocası ölünce annem başka biriyle evlendi. Üvey babam öz babamdan bana miras kalan malımı yedikten sonra bu pejmurde halimle beni sokaklara attı.
Şimdi günlerden beri aç ve susuz dolaşıyorum, yatacak bir yerim de olmadığı için geceleri sokak köşelerinde geçiriyorum. Biliyorsunuz bugün Ramazan bayramı günüdür. Bütün analı babalı çocuklar en güzel bayramlıklarını giyinmiş, tatlı tatlı oynaşıyorlar.
Yetim yavrucağızın anlattıkları Peygamber`in yüreğini parçalamıştı. Çocukcağızı şefkatle elinden tuttu ve sevgi ile saçlarını okşayarak ona şöyle dedi. "Yavrum! Benim sana baba, Ayşe`nin ana, Hz. Ali`nin amca, Hasan`la Hüseyin`in erkek kardeş ve Fatıma`nın da kız kardeş olmasını ister misin?" Yetim yavrucağız tatlı dil ile hatırın soran nur yüzlü adamın peygamber (s.a.v.) olduğunu anlayarak, çektiği çilelerin son bulmak üzere olduğunu sezdi. Güler yüzlü adama "nasıl istemem ey Allah`ın Rasûlü!" diye sevinçli bir cevap verir.
Peygamber (s.a.v.) yetim yavrucağızı elinden tutarak evine götürür. Hz. Ayşe de çocuğu öz ana şefkatiyle bağrına bastıktan sonra yıkar, giyindirir, kuşandırır ve saçlarını tarayarak sokakta oynayan çocuklardan daha güzel bir kıyafete büründürür. Karnını da iyice doyurduktan sonra çocuk hemen birkaç saat önce yanıbaşlarında pejmürde kıyafetiyle ağladığı arkadaşlarının arasına koşar.
Oynayan çocuk kalabalığı birkaç saat önceki zavallı arkadaşlarını tanırlar. Durumundaki büyük değişikliğe hayret edip yanına yaklaşarak sorarlar; "Birkaç saat önce eski püskü elbiseler içinde şuracıkta ağlıyordun; bu kadar kısa zamanda nasıl oldu da bu kadar güzel elbiselerin oldu; aynı zamanda bizden de neşeli bir havaya büründün?" Çocuk arkadaşlarını kıskandıracak derecede derin sevincle olduğu yerde sıçrayıp durarak şaşkın bakışlı arkadaşlarına şu cevabı verir. "Nasıl sevinmem; karnım günlerden beri açtı, şimdi tokum. Yırtık pırtık elbiseler içinde dolaşırken şimdi sizinkilerden güzel bayramlıklarım var. Kimsesiz bir yetimdim, fakat şimdi Hz. Peygamber (s.a.v.) gibi bir babam, Hz. Ayşe gibi bir annem, Hz. Ali gibi bir amcam, Hasan, Hüseyin ve Fatıma gibi kardeşlerim var. Bütün çilelerim artık son buldu. Ben sevinip zıplamayayım da kim sevinsin."
Çocuklar birkaç saat önce onlara hasretli gözlerle bakıp ağlayan yetim yavruyu, Peygamber`in yanına evlâtlığa alındığını anlarlar ve saadetten kabına sığmayan arkadaşlarını biraz da kıskanarak hep bir ağızdan şöyle derler. "Keşke bizim de babalarımız o savaşta şehit düşselerdi de bizi de Peygamber (s.a.v.) evlâtlığa alsaydı." dediler.
6 Ocak 2015 Salı
Fatih in papazlari
İstanbul`un fethinden sonra Fatih bütün mahkumları serbest bırakmıştı. Fakat bu mahkumların içinden iki papaz zindandan çıkmak istemediklerini söyleyerek dışarı çıkmadılar. Papazlar Bizans imparatorunun halka yaptığı zülüm ve işkence karşısında ona adalet tavsiye ettikleri için hapse atılmışlardı. Onlar da bir daha hapisten çıkmamaya yemin etmişlerdi. Durum Hazreti Fatih`e bildirildi. O, asker göndererek, papazları huzuruna davet etti. Papazlar hapisten niçin çıkmak istemediklerini Fatih`e de anlattılar. Fatih o dünyaya kahreden iki papaza şöyle hitap etti: - Sizlere şöyle bir teklifim var: Sizler İslam adaletinin tatbik edildiği memleketimi geziniz, müslüman hakimlerin ve müslüman halkımın davalarını dinleyiniz. Bizde de sizdeki gibi adaletsizlik ve zulüm görürseniz, hemen gelip bana bildiriniz ve sizler de evvelki kararınız gereğince uzlete çekilerek hâlâ küsmekte haklı olduğunu isbat ediniz. Fatih`in bu teklifi papazlar için çok cazip gelmişti. Hemen Padişahtan aldıkları tezkere ile İslam beldelerine seyahate çıktılar. İlk vardıkları yerlerden biri Bursa idi... Bursa`da şöyle bir hadiseyle karşılaştılar: Bir Müslüman bir yahudiden bir at satın almış, fakat hiçbir kusuru yok diye satılan at hasta imiş. Müslümanın ahırına gelen atın hasta olduğu daha ilk akşamdan anlaşılmış. Müslüman sabırsızlıkla sabahın olmasını beklemiş, sabah olunca da erkenden atını alıp kadının yolunu tutmuş. Fakat olacak ya, o saatte de kadı henüz dairesine gelmemiş olduğundan bir müddet bekledikten sonra adam kadının gelmeyeceğine hükmederek atını alıp ahırına götürmüş. Atını alıp götürmüş ama at da o gece ölmüş. Hadiseyi daha sonra öğrenen kadı, atı alan müslümanı çağırtıp meseleyi şu şekilde halletmiş: - Siz ilk geldiğinizde ben makamımda bulunsa idim, sağlam diye satılan atı sahibine iade eder, paranızı alırdım. Fakat ben zamanında makamımda bulunamadığımdan hadisenin bu şekilde gelişmesine madem ki ben sebep oldum, atın ölümünden doğan zararı benim ödemem lazım, deyip atın parasını müslümana vermiş. Papazlar islam adaletinin bu derece ince olduğunu görünce parmaklarını ısırmışlar ve hiç zorlanmadan bir kimsenin kendi cebinden mal tazmin etmesi karşısında hayret etmişler.
Mahkemeden çıkan papazların yolu İznik`e uğramış. Papazlar orada şöyle bir mahkeme ile karşılaşmışlar: Bir müslüman diğer bir müslümandan bir tarla satın alarak ekin zamanı tarlayı sürmeye başlar. Kara sabanla tarlayı sürmeye çalışan çiftçinin sabanına biraz sonra ağzına kadar dolu bir küp altın takılmaz mı? Hiç heyecan bile duymayan Müslüman bu altınları küpüyle tarlayı satın aldığı öbür müslümana götürüp teslim etmek ister; - Kardeşim ben senden tarlanın üstünü satın aldım, altını değil. Eğer sen tarlanın içinde bu kadar altın olduğunu bilseydin herhalde bu fiata bana satmazdın. Al şu altınlarını, der. Tarlanın ilk sahibi ise daha başka düşünmektedir. O da şöyle söyler:
- Kardeşim yanlış düşünüyorsun. Ben sana tarlayı olduğu gibi, taşı ile toprağı ile beraber sattım. İçini de dışını da bu satışla beraber sana verdiğimden, içinden çıkan altınları almaya hiçbir hakkım yoktur. Bu altınlar senindir dilediğini yap, der. Tarlayı alanla satan anlaşamayınca mesele kadıya, yani mahkemeye intikal eder. Her iki taraf iddialarını kadının huzurunda da tekrarlarlar. Kadı, her iki şahsada çocukları olup olmadığını sorar. Onlardan birinin kızı birinin de oğlunun olduğunu öğrenir ve oğlanla kızı nikahlayarak altını cehiz olarak verir. Papazlar daha fazla gezmelerinin lüzumsuz olduğunu anlayıp doğru İstanbul`a Fatih`in huzuruna gelirler ve şahit oldukları iki hadiseyi de aynen nakledip şöyle derler: - Bizler artık inandık ki, bu kadar adalet ve biribirinin hakkına saygı ancak İslam dininde vardır. Böyle bir dinin salikleri başka dinden olanlara bile bir kötülük yapamazlar. Dolayısıyla biz zindana dönme fikrimizden vazgeçtik, sizin idarenizde hiç kimsenin zulme uğramayacağına inanmış bulunuyoruz, derler.
Büyük Dini Hikayeler, İbrahim Sıddık İmamoğlu, Osmanlı Yayınevi
Mahkemeden çıkan papazların yolu İznik`e uğramış. Papazlar orada şöyle bir mahkeme ile karşılaşmışlar: Bir müslüman diğer bir müslümandan bir tarla satın alarak ekin zamanı tarlayı sürmeye başlar. Kara sabanla tarlayı sürmeye çalışan çiftçinin sabanına biraz sonra ağzına kadar dolu bir küp altın takılmaz mı? Hiç heyecan bile duymayan Müslüman bu altınları küpüyle tarlayı satın aldığı öbür müslümana götürüp teslim etmek ister; - Kardeşim ben senden tarlanın üstünü satın aldım, altını değil. Eğer sen tarlanın içinde bu kadar altın olduğunu bilseydin herhalde bu fiata bana satmazdın. Al şu altınlarını, der. Tarlanın ilk sahibi ise daha başka düşünmektedir. O da şöyle söyler:
- Kardeşim yanlış düşünüyorsun. Ben sana tarlayı olduğu gibi, taşı ile toprağı ile beraber sattım. İçini de dışını da bu satışla beraber sana verdiğimden, içinden çıkan altınları almaya hiçbir hakkım yoktur. Bu altınlar senindir dilediğini yap, der. Tarlayı alanla satan anlaşamayınca mesele kadıya, yani mahkemeye intikal eder. Her iki taraf iddialarını kadının huzurunda da tekrarlarlar. Kadı, her iki şahsada çocukları olup olmadığını sorar. Onlardan birinin kızı birinin de oğlunun olduğunu öğrenir ve oğlanla kızı nikahlayarak altını cehiz olarak verir. Papazlar daha fazla gezmelerinin lüzumsuz olduğunu anlayıp doğru İstanbul`a Fatih`in huzuruna gelirler ve şahit oldukları iki hadiseyi de aynen nakledip şöyle derler: - Bizler artık inandık ki, bu kadar adalet ve biribirinin hakkına saygı ancak İslam dininde vardır. Böyle bir dinin salikleri başka dinden olanlara bile bir kötülük yapamazlar. Dolayısıyla biz zindana dönme fikrimizden vazgeçtik, sizin idarenizde hiç kimsenin zulme uğramayacağına inanmış bulunuyoruz, derler.
Büyük Dini Hikayeler, İbrahim Sıddık İmamoğlu, Osmanlı Yayınevi
5 Ocak 2015 Pazartesi
ABDULHAMİD HAN ve CUMA SUİKASTİ

Abdulhamid in Askeri

4 Ocak 2015 Pazar
Sultan Ahmet in hayali ve korkusu

Sultan I.Ahmet’in dindar bir padişah olduğu bütün kaynaklarda ifade edilmiştir. En büyük hayali dedeleri gibi büyük bir eser yaptırmaktı.Bütçesini kendinin bizzat temin ettiği bir vakıf kurdu ve Mimar Sinan ın öğrencisi olan Sedefkar Mehmet Ağa ya emir verdi.4 OCAK 1610 yılında Temeline ilk kazmayı bizzat Sultan Ahmet Han kendi vurdu. Bu kazma bugün Topkapı Sarayı müzesindedir. Temel kazmaya başlanınca ilk önce Sultan Ahmet Han eteğiyle toprak taşıyarak ''Ya Rab Ahmet kulunun hizmetidir...''diye dua etti. Caminin tamamlanması 9 Haziran 1617 dir. Böylece inşaat 7 yıl 5 ay 6 gün sürmüştür.
Cami yapımı devam ederken 1.Ahmet hep bir düşünce bir korku içindeydi sebebi yapılan caminin hemen karşısında bulunan Ayasofya idi.Bu kadar zahmetle yapılan bir eser Ayasofya gibi tarihi degeri olan eserin karşısında yeteri kadar cemaat bulabilecekmiydi. Nitekim öyle oldu ilk zamanlar dolu olan Sultanahmet Cami zamanla çok az cemaatle namaz kılınmaya başladı.Bunu gören Sultan çözüm aradı ve vezirinin verdiği akılla Mısırda bulunan Peygamber Efendimiz (s.a.v.) in kutsal emanetlerini çerçeve içerisinde Sultanahmet Cami mihrabının hemen yanına koydurdu.Cami cemattle doldu ama bir gece rüyasında Peygamber Efendimiz (s.a.v) gördü ve emanetin sahibi senden şikayetçi olduğunu bu yaptığın hiç doru olmadığını ve emanetin yerine iade edilmesini istedi.Sultan Ahmet istemeyerekte olsa emanetleri aldığı yere geri gönderdi.Emanetler arasında bulunan Efendimiz (s.a.v) in ayak izinin birebir kopyasını yaptırdı.Eyüp Sultan türbesine koydurdu. Padişahın talimatıyla Sultanahmet cami mihrabının yanında boş çerçeve ise hala durmaktadır.
Sultan Ahmet Han hastalığı sebebiyle caminin tamamlanmasından kısa bir süre sonra,daha külliye binaları tamamlanmadan vefat ederek caminin dış avlusunun kuzeydoğu köşesinde yaptırılan türbede defnedilmiştir.
Sadakanın bereketi
Bir gün Bir dilenci Hz.Ali (r.a) nin kapısına geldi.ALLAH rızası için para istedi. Hz. Ali oğluna "Annene git, kendisine verdiğim 6 dirhem paradan 1 tanesini versin de şu fakire verelim " dedi.Oğlu gidip döndükten sonra, "Annem o 6 dirhemi un almak için sakladığını söylüyor" dedi. Bunun üzerine Hz.Ali "Bir insan kendinde olandan çok ALLAH ta olana güvenmezse gerçek iman sahibi sayılmaz.Git annene söyle 6 dirhemin hepsini göndersin" dedi. Hz Fatıma (r.a) paranın hepsini gönderdi. Hz.Ali de o paranın hepsini fakire verdi.O sırada adamın biri,satılık bir deveyle oraya geldi. Hz.Ali "Deveyi kaça satıyorsun?" dedi. Adam "140 dirhem" dedi. Parasını sonra vermek şartıyla bana satarsan kapıma bağla dedi ve adam olur deyip deveyi Hz Ali nin kapısına bağladı ve gitti.Adam gittikten sonra bir başkası geldi.Devenin satılık olduğunu öğrenince Hz.Ali ye Kaça satıyorsun dedi ve Hz.Ali 200 dirhem dedi.Adam hemen 200 dirhemi Hz Ali ye verdi ve deveyi satın aldı. Hz Ali 140 dirhemi deveyi aldığı adama götürdü ve geriye kalan 60 dirhemi karısı Hz Fatıma (r.a) verdi.Hz Fatıma şaşırdı ve Hz Ali ye sordu."Bu nedir?" Hz Ali şöyle cevapladı."ALLAH ın bize Kur-an da vaat ettiği karşılıktır bu: Kim bir iyilikle gelirse ona on katı vardır" dedi.ve bu para bizim 6 dirhemlik iyiliğimizin karşılığıdır dedi.
3 Ocak 2015 Cumartesi
Pazar_günü_nasil_tatil_oldu.
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyet i Batılı devletlerle olan münasebetlerini geliştirmesi için takvim ve ölçülerin de düzenlenmeye gitti. 26 Aralık 1925 tarihinde çıkarılan bir kanunla çağdaş dünyanın kullandığı Milâdi Takvim kabul edildi.4 gün sonra 1 Ocak 1926’dan itibaren de uygulandı. Yine aynı tarihte uluslararası saat kabul edilerek gün, gece yarısından başlatıldı ve yirmidört tane saat birimine ayrıldı.
Osmanlı ülkesinde uzunluk ve ağırlık ölçüleri de geleneklere göre düzenlenmişti. Okka, arşın, endaze, kile vb. yörelere göre değişen ölçülerin kullanılması ekonomik hayatta bazı karışıklıklara neden oluyordu. 1931 yılında kabul edilen bir kanunla metre ve kilo sistemi getirilerek ticaret ve ekonomi alanlarında işlemler kolaylaştırıldı. Yurdun her tarafında düzenli bir ölçü sistemi kuruldu.
Batılı ülkeler pazar günü tatil yapmaktaydı. Türkiye’nin bu ülkelerle ekonomik ilişkileri gelişmekte olduğundan hafta tatilinin yeniden düzenlenmesi gerekiyordu. 1935 yılında alınan bir kararla pazar günü hafta tatili oldu.
pazar günü nasil tatil oldu
pazar gününün tatil edildiği tarih
Hz Eyyûb e gelen mujde;
Hz Eyyûb (a.S.) şehrin dışında bir kulübede yaşıyordu.Bir gün hanımı yiyecek aramaya çıkmıştı.İkindi vakti Cebrail (a.s.) geldi." Ey Eyyub, ALLAH Teala bela verdi sabrettin.Şimdi sana Sıhhat ve nimet vereceğinin müjdesini getirdim." dedi. Sonra ona yapması gerekenleri söyledi dedi ki; "Ayağını yere vur!" (Sa'd 38/42) Eyyub (a.S.) Ayağını yere vurdu.Ayağını vurduğu yerden İki su pınarı fışkırdı.Biri sıcak şu diğeri ise soğuktu.Sıcak su ile yıkandı.Soğuk sudan içti ve sıhhat bulup iyileşti.Bir muddet sonra hanımı eve döndü.Kocasını tanıyamadı.Kaybolduğunu sandı.Feryat figan dışarı çıktı ve ağladı."Bu kadar sıkıntı çektim! Sonra o hazineyi elden kaçırdım." Diye ağlıyordu.Eyyub (a.S.) ise onu seyrediyordu.Cebrail (a.S.) Hz Eyyub e " Ey Eyyub, zevceni çağır, gönlünü al, onu üzme" dedi.Bunun üzerine Eyyub (a.S.) hanımını çağırıp durumu anlattı.Her ikisi birden sevinç göz yaşlarıyla anlaştılar.
Çanakkalede en genç Şehit ve en çok Şehit veren İlimiz.

1 Ocak 2015 Perşembe
Sultana sadık olmak.(Gazneli Sultan Mahmut ve Ayaz)
Sultan Mahmut bir gün ava çıkar.Avının peşinden giderken yolu bir Türkmen köyüne düşer.Kan ter içerisinde bir kapıyı çalar, kapıyı bir delikanlı açar,bir bardak su ister.Delikanlı Sultan Mahmut u tanımıştır.Baş üstüne Sultanım.Yalnız evde hiç su yok.Babam pınara kadar gitti gelmek üzeredir.Şurada biraz soluklanın der ve Sultanı bir süre lafa tutar.Bi zaman sonra bu delikanlı içeri girer ve bir kase içerisinde ter temiz su getirir.Sultan;sen bana "Evde su yok" demiştin.Şimdi getiriyosun.Neden diye sorar.Delikanlı, Sultanım benden su istediğinizde çok terliydiniz.Eğer o anda su verecek olsaydım, bu su sağlığınıza zarar verebilirdi.Sizi biraz beklettim,terinizi soğuttum.Bu yanıt Sultanın çok hoşuna gider.Adın ne senin der, Delikanlı Ayaz diye cevaplar.Ailesininde onayını alarak Ayaz ı saraya götürür.Yeni elbiseler verilir.Ayaz eski elbiselerini atmaz,bir odaya kilitler ve her gün bu odaya girerek;Ey Ayaz! Bu eski elbiseler senindir.Eski durumunu gör ve gururlanma diye kendini denetler.Ayaz Sultanın en yakın yardımcısı olmuştur.Bu durum çevresindekileri kıskandırır.Onu gözden düşürmek için çeşitli oyunlar hazırlanır.Bir gün Sultana;Sizin çok fazla güvendiğiniz Ayaz ın bir odası var.İçinin altın,gümüş ve değerli taşlarla dolu olduğu söyleniyor.Ayaz buraya kimseyi sokmuyor.Kapısını her zaman kilitli tutuyor diye şikayette bulunurlar.Sultan Ayaz a güvenir ama bunu söyleyenlere ders vermek için; Pekala gidin odasını açın Altın Gümüş ne varsa getirin der.Adamlar Ayazın odasını didik didik ederler fakat odasında eski kıyafetlerinden başka bir şey bulamazlar.Büyük bir utanç içinde Sultan dan bağışlanmalarını isterler.Sultan Siz Ayazdan af dileyin sizi af edecek o der.Ayaz çağırılır.Ayaz şu cevabı verir."Güneş varken yıldız görünmez" Siz varken Benim yargıda bulunmak ne haddime der.Bunun üzerine Sultan divanı toplar.Ortaya çok değerli bir mücevher getirilir.Sultan Vezire sorar bunun değeri nedir? Vezir yüz katır yükü altın dır der.Sultan kır öyleyse der.Vezir bu değerli mücevheri nasıl kırarım, gönlüm buna razı olmaz der.Sultan kimseye mücevheri kırdıramaz.Sıra Ayaz a gelir.Sultan kır onu der, Ayaz hiç düşünmeden mücevheri alır yere çarpar.Mücevher tuzla buz olur.Orada bulunan herkes Ayaz a nasıl yaparsın,büyük bir serveti nasıl parçalarsın der.Ayaz Ey vezirler,emirler! Sultanım ın buyruğu mu daha üstün, mücevherin değerimi? Benim gözüm Sultanımdan başkasını görmez.Taş parçasını seçip Sultanın buyruğunu yerine getirmeyen adamdan hayır gelmez.Sultan Askerlere alın şunları,götürün ve cazalandırın der.Bana Vatanına Sultanına sadık adamlar lazım der.
Osmanlıda_MEHMET_isminin_önemi
Osmanlı Devletinde en çok kullanılan isimlerden birisi MEHMET tir.Devlet yöneticileri ve Padişahlar bile Mehmet ismini kullanmıştır.Tam 6 tane Sultan Mehmet vardır.1.Çelebi Mehmet,Fatih Sultan Mehmet,3.Mehmet,4 Mehmet, 5 Mehmet Reşad ve son Padişah 6. Mehmet Vahdettin dir. Padişahlar Peygamber (s.a.v.) efendimizin ismine de kendisine olduğu gibi aşıktılar. Peygamberimizin ismini kendi çocuklarına koymak istediler fakat düşmanlarının çok olması isminin kötü olarak anılmak istememesinden dolayı MUHAMMED ismini küçük bir değişikle MUHEMMED olarak kendi çocuklarına koymuşlardır.Zaman içerisinde MUHEMMED ismi de küçük bir kısaltmayla MEHMET olmuştur.Her birine ALLAH (c.c.) rahmet eylesin.
Çanakkale_Anıtı_Gerçeği

Yarım kalan bu eser hala Çanakkale de şehidlerimizin anıtı olarak ayaktadır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)